2011 Bahar Mektubu

2011 Bahar Mektubu

 

EFES


Kısa tarihçe :
 
Günümüzde ziyaret edilen antik Efes kenti, M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış olan (M.Ö. 356-323) ve Makedonya’dan çıktığı uzun seferde, Persleri yenerek Anadolu’daki pers egemenliğine son veren Büyük İskender’in generallerinden olan Lysimachos tarafından kurulmuştur. Bundan önceki Efes kenti, 3 km. uzaklıktaydı ve içinde antik dünyanın 7 harikasından biri olan, muhteşem Artemis tapınağı bulunmaktaydı.
 
M.Ö. 6. yüzyılda, Kral Krezus’u ve zenginliği ile ünlü Lidya Krallığı ve daha sonraki Pers egemenliği döneminde önemli bir ticaret limanı olan bu şehir, 4. yüzyıla gelindiğinde, Küçük Menderes ırmağı tarafından taşınan alüvyonlar sebebi ile limanının bir bataklık haline gelmesi yüzünden büyük sorunlar yaşamaktaydı. Kent, ticari önemini kaybetmenin yanında, bataklık nedeni ile, sıtma gibi bir çok hastalıkla baş etmeye çalışıyordu.
 
Büyük İskender’in ölümünden sonra, fethettiği topraklar generalleri arasında paylaşıldığında, Ege bölgesinin önemli bir bölümüne sahip olan Lysimachos, yeni ve sorunsuz bir Efes kurmaya karar verdi ve kent Helenistik çağda, M.Ö. 3. yüzyılın başında bugünkü yerinde yeniden doğdu. Bu yeni kent de deniz kenarındaydı ve sorunsuz işleyen limanı ile kısa zamanda çok önemli bir ticari merkez olarak hızla gelişti.
 
Özetle; günümüzde ziyaret edilen Efes kentinin temeli Helenistik devire ait olmakla beraber, gördüğümüz anıtların neredeyse tamamı, Roma çağına, özellikle M.S. 1 ve 2. yüzyıllara aittir. Anadolu’yu egemenlikleri altına alan Romalılar, “pax romana” adı verilen uzun bir barış ve huzur çağı yaşamış ve bu dönemde diğer kentlerde olduğu gibi, Efes’te de muhteşem eserler inşa etmişlerdir.
 
En önemli ticari yolların başladığı ve sona erdiği, Anadolu’nun en önemli limanı olma özelliğinin yanında, yine çok önemli bir din ve kültür merkezi olan Efes’in, bu altın çağında, 250.000 nüfusa ulaşarak, dünyanın en büyük şehirlerinden olduğu belirtilir.
 
Ancak zamanla, K. Menderes’in alüvyonları yüzünden, bir önceki kentin limanında yaşanan bataklık problemi, Bizans döneminde burada da yaşandı ve Efes yavaş yavaş önemini kaybetti. 6. yüzyılda olan depremler sonrasında da Efesliler, şehri terk etmeye başladılar. Bunların bir bölümü, Selçuk ilçesinin girişindeki tepede yer alan kale ve St. Jean Bazilikası’nın olduğu kesimde daha küçük bir Efes kenti kurdular ve Türklerin bölgeye geldiği 11. yüzyıla kadar, bu Bizans Efes’inde yaşamaya devam ettiler.


Efes’i geziyoruz:

 
Efes’i gezmenin en güzel ve en az yorucu yolu, harabelere, Meryemana yolu kapısından girip, Büyük tiyatro sonrasındaki alt kapıdan çıkmaktır. Şimdi birlikte, benim uzun açıklamalarla, normal olarak 3 saatte yaptığım Efes ziyaretini, bu güzergahta biraz hızlıca (!) ilerleyerek gerçekleştireceğiz.
 
Gişelerden geçtikten sonra, solda gördüğümüz geniş alan, bir agora, yani bir pazar yeri, alışveriş meydanı olmakla birlikte, aynı zamanda Helenistik çağda, yaşayanların kentin sorunlarını konuşmak, çözümler bulmak amacı ile toplandığı bir “idari agora” alanıdır. Tam karşıda gördüğümüz küçük (1400 kişilik) tiyatro, tamamen Roma yapısı olup, (M.S. 2.yy.) Roma döneminde, şehri yöneten asillerin, zenginlerin toplandığı, bir nevi senato binasıdır.  Küçük konserlerin de verildiği bu küçük tiyatroya, Odeon denir.
 
Odeon’un yan kapısından çıkarak, Prytanee’nin, yani şehir meclisinin önünden geçiyoruz. Temelleri M.Ö. 3. yüzyıla inen bu idari binalardan günümüze pek fazla bir şey kalmamış. Kentin kutsal ateşinin gece gündüz yandığı bu mekanda, dorik, ionik ve korint tipi sütunları bir arada görebiliyoruz. Burada, şehrin greko-romen kimliği, çok net bir şekilde karşımıza çıkıyor.
 
Domitien meydanındaki, Memmius anıtının yanından geçtikten sonra, Heracles (kuvvet tanrısı) kapısının üst yanında durup, uzun uzun manzarayı seyretmenizi öneriyorum. Dünyada güzel bir doğa ile böylesine ihtişamlı kültürel bir zenginliğin bir arada yer aldığı görüntü çok çok azdır. Önümüzde aşağıya doğru inen Efes’in en önemli caddesi, biraz ileride antik çeşmeler, tapınaklar, yolun sonunda bir mimari şaheser; Celsus kütüphanesi, fonda yemyeşil bir ova ve nihayet en uzakta, masmavi Ege…
 
Heracles (Hercule) kapısından geçerek, kentin en önemli rahiplerinin adını taşıyan Kuretler caddesinden aşağıya doğru ilerliyoruz. Yolun sol tarafında, henüz sadece küçük bir bölümü gün ışığına çıkarılmış olan ve içlerinde bolca fresk ve mozaik barındıran, asillerin, zenginlerin evleri bulunuyor. Sağ tarafta ilk olarak, İmparator Trajan (M.S. 98-117) tarafından yaptırılan ve zamanında, ön bölümünde, suyun, ortadaki imparator heykelinin iki yanından geçerek, öndeki havuza aktığı muhteşem Trajan çeşmesini görüyoruz.
 
Çeşmeden hemen sonra sağa, Romalıların gün içinde uzun saatler geçirdikleri, Apoditarium (soyunma bölümü), tepidarium (ılık), frigidarium (soğuk), caldarium (sıcak) gibi bölümlerden oluşan Roma hamamlarına giriyoruz. Özellikle Türk hamamlarının atası diyebileceğimiz caldarium ‘un alttan ısıtma tekniği burada çok net bir şekilde tespit edilebiliyor. Biraz aşağıda Anadolu’nun her yerinde bir eser bırakmış olan İmparator Hadrien (M.S. 117-138)tapınağı… Küçük fakat şahane bir tapınak…
 
Sağda küçük bir sokak… Giriyoruz ve… Sürpriz… Umumi tuvaletler… Evet, onlarca Romalı yan yana oturur ve uzun sohbetler eşliğinde (ki konunun genelde politika olduğu söylenir) ihtiyaçlarını giderirlerdi. Kusursuz bir kanalizasyon sistemi, yerlerde mozaikler, ortada şirin bir havuz… Çok güzel, çok ilginç…
 
Tekrar caddeye çıkıyoruz, aşk evi (!) denilen yapının önünden geçiyoruz ve tam karşımızda tüm ihtişamı ile Celsus Kütüphanesi… Türk Turizminin en önemli sembolü olan bu yapı, 2. yüzyılın başında Anadolu valisi olan ve şehrin kalkınmasında çok önemli rol oynayan Efes’li Celsus’ün anısına yapılan bir kütüphane… 19. yüzyılın sonlarından itibaren kazılar yapan Avusturyalı arkeologlar, ön cephenin % 85’ini bulup, inanılmaz bir çalışma ile 1970-78 yılları arasında tekrar inşa ettiler. Kelimeler kifayetsiz, kesin görülmeli...
 
Kütüphaneden sonra, sağa sapıyoruz ve artık Mermer Cadde üzerindeyiz. Sol tarafta şehrin en önemli meydanı, ticari agora… Alışverişin, ticaretin merkezi… Şehrin kalbinin attığı, her kenarı 110 metre boyunda, tüm çevresi dükkanlarla çevrili devasa bir meydan… Caddede yürürken, sol tarafta yerde bir işaretler görüyoruz. Bir kalp, bir kadın yüzü ve bir sol ayak… Limandan gelen denizcilere bir çağrı: Eğer aşk ve kadın arıyorsanız, biraz ileride, solda bulacaksınız… Kütüphanenin karşısındaki aşk evinin reklamı…
 
Ve nihayet, Mermer cadde ile Liman caddesinin kesiştiği noktada, muhteşem Büyük Tiyatro… M.Ö. 3. yüzyılda yapılmış, Roma döneminde restore edilmiş, 25.000 kişilik, dünyanın en büyük Greko,Romen tiyatrosu. 66 basamaklı oturma yerlerinin en üst sıralarına çıkmanızı öneririm. Karşınızda 530 metre uzunluğundaki Liman Caddesi, o zamanlar deniz o kadar yakınmış, şimdi 5 km. kadar uzakta… Caddeden sağa saparak, Efes’i terk edebilirsiniz. Ama durun, hemen çıkmayın. Bence bir süre, buradan manzarayı ve tiyatroyu izleyin. Çok uzun zaman önce, muhteşem bir akustikte, bir konser dinlediğinizi ya da bir tiyatro eseri izlediğinizi hayal edin. Belki bir gladyatör savaşı… Anlatılmaz, çok garip duygular… Ben her Efes’e gittiğimde, böyle güzel ve zengin bir ülkede yaşadığımız için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

 
M. Tunca Tüzün